Oyun temelli öğrenme
Citation
Bardak, M. (2018). Oyun Temelli Öğrenme. A. Gürol (Eds.) içinde, Erken Çocukluk Döneminde Öğrenme Yaklaşımları (s. 207-230). İstanbul: Efe Akademi Yayınları.Abstract
İnsan hayatının bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve ileri yetişkinlik olarak dönemlendirilmesi halinde, bir kısmına gelişme ve hayata hazırlık, bir kısmına üretkenlik-verimlilik, bir kısmına ise değerlendirme dönemi olarak bakılabilir. Canlılar arasında yetenek ve becerilerini çok çeşitli yollarla ortaya çıkaran ve kullanan ayrıca düşünme ve düşüncelerini organize ederek ifade edebilen tek varlık insandır. Fakat dünyaya gelmesine vesile olan varlıklara bağımlılığı en fazla ve uzun süreli olan canlılardan biri olduğu düşünüldüğünde yeni ortamına alışma ve uyum sağlaması da bir o kadar zordur. Hayatta kalması ve uyum sağlaması için en önemli becerilerden biri öğrenme ve öğrenilenleri şartlara uygun bir şekilde uygulamasıdır. Bilginin sonsuz olduğu varsayıldığında hayatta ihtiyaç duyulan nesne, olay, durum ve olguların hayat boyu öğrenilmesi gerekebilir. İnsanoğlu hem öğrenme hem de yaşanılan yere uyum sağlama için doğal olanı fark etmiş veya doğal olmayan farklı yollar oluşturmuş ve sonraki nesillere aktarmıştır. Hayatın ilk yıllarında kendi bedeninden başlayarak genişleyen bir çerçeve ile çevresini fark etme, algılama, anlama, kullanma, düzenleme, yeniden tasarlama ve maalesef yok etme gibi etkinlikler birçok yolla yapılmaya başlanır. Bebeklik ve çocukluk dönemleri gözlemlendiğinde doğal yollardan birinin taklit ve tanıma deneyimlerine dayanan oyun olduğu anlaşılabilir. Oyun hayat boyu farklı form ve kapsamlarda olsa da insan yaşamında yer alan bir etkinliktir. Bu yönüyle yetişkinlik ve yaşlılıkta da doğal bir öğrenme ve rahatlama yöntemi olarak görülebilir. Oyunun insanlığın varlığıyla beraber ortaya çıktığı varsayıldığında tarihsel süreçte yetişkinlerin çocuğa bakışı, ekonomik ve sosyal şartlar, doğal afetler, savaş ve benzeri felaketler gibi nedenlerle farklı bakış açılarıyla şekillendiği iddia edilebilir. İlk Çağ insanının genç kuşakların hayata hazırlanmasında iş kadar önemli gördüğü oyun, Orta Çağ’da işle bütünleşmiş hem çocuklar hem de yetişkinler için beceri kazanmaya, rahatlamaya ve dünyayı tanımalarına yardımcı olan bir uğraş olarak kabul edilmiştir. 18. yüzyıldan itibaren ve özellikle 19. yüzyılda sosyal bilinç gelişmiş ve çocukluk ve oyuna gelişimin önemli ve farklı bir yönü olarak bakılmaya başlanmıştır (Oktay, 2013). 21. Yüzyılda ise hayatın tüm yönlerinde başlayan endüstrileşme ve dijitalleşmenin çocuğu ve oyunu nasıl etkileyeceğini zaman gösterecektir. Tarihsel süreçte oyun ile ilgili görüşlerinden yararlanılan Aristoteles, Quantilianus, Comenius, Locke, Pestalozzi, Rousseau, Fröebel, Montessori, Dewey, Piaget, Vygotsky gibi düşünürlerin fikirleriyle yeterli derecede bilgi birikimi oluşmuştur. Şöyle ki önceleri oyunun gerekliliği ve faydaları gerekçelendirilmeye çalışılırken son aşamada diğer yönleriyle beraber Piaget ile bilişsel, Vygotsky ile sosyal-bilişsel yönünün ayrıntılı olarak ortaya konması artık tartışmasız bir biçimde oyunun insan hayatındaki yerini belirlemiştir. Artık oyuna disiplinler arası bir inceleme konusu olarak bakılıp oyunun zihnin oluşumundaki, benliğin biçimlenmesindeki, kültürün tanımlanması ve yeniden üretilmesindeki rolü tartışılmaya başlanmıştır (Nicolopoulou, 1993). Yaşamın ilk yılları normal şartlarda bilinmeyen bir dünyada tanınmayan bir kişi tarafından ihtiyaçların karşılandığı, bağımlılıktan bağımsız hareket etmeye doğru gelişen deneyimler içermektedir. Bu deneyimlerde doğal olan bebeğin veya çocuğun keşifler yapması, farklı yapılandırma ve denemeler içerisine girmesi, duyularını etkin bir şekilde kullanmasıdır. Bu durumlar bedensel ve ruhsal sağlık açısından da çok önemlidir. Farklı toplumlarda farklı şekillerde karşılaşılsa da bazı yetişkinler genellikle kendi çocukluklarını unutup ilgilendikleri veya gözlemledikleri çocuklarla ilgili “şımarık”, “yaramaz” gibi etiketlemelerle çocukların doğal hallerini olumsuz bir algılama olarak yansıtmaktadırlar. Bu durumun temel nedenlerinden biri de zihinlerdeki çocuk ve oyun imgesinin yeterince bilinçli ve sağlıklı oluşmamasıdır. Çocuk imgesi birçok yönden sorgulanırken onun dünyayı algılamada kullandığı en önemli yöntemi olan oyun da dikkate alınmaktadır. Söylem olarak “çocuk oyunu/oyuncağı”, “bebek/çocuk gibi”, “oyunbozanlık yapmak” gibi birçok ifadenin geliştirilmiş olması yetişkin bakış açısıyla faydasız gibi görünen çocuk uğraşılarının (oyunlar) anlaşılamaması olarak ifade edilebilir. Oysa oyun sonuç odaklı olmaktan çok süreç odaklı bir yöntemdir. Yetişkinlerin çocukları kendi muhakeme gücünde ve tecrübede düşünmeleri oyun ve oyuncağa yükledikleri anlamlar kadar çocuk imgesinin de sağlıksız olarak oluşmasına sebep olmaktadır.