Rekabet hukukundaki ‘Anlasma’ ve borçlar hukukundaki ‘Sözlesme’ kavramları üzerine
Abstract
Anlaşma, genel ve soyut bir kavram olarak, asgari iki süjenin birbirini
anlamış olması keyfiyetini ifade eder. Genel kullanımı dışında “anlaşma”
sözcüğüne daha farklı muhtevalar da yüklenebilmektedir. Anlaşmanın
farklı muhtevaya büründüğü alanlardan biri de rekabet hukukudur. Nitekim
anlaşma rekabet hukukunun temel kavramlarından biri olarak kabul edilmekte
olup, kendisine çok önemli hukuki sonuçlar bağlanmış bir kavramdır. Bu hukuk
disiplininde anlaşma, en az iki tarafın iştirakini gerektiren, rekabet üzerinde
olumsuz sonuçlara yol açtığı veya açabilecek olması nedeniyle rekabet hukukunun yasakladığı ve kendisine yaptırım niteliğinde bazı sonuçlar atfedilen
hukuka aykırı bir davranış şeklidir. Genel ve soyut bir kavram olarak sözleşme ise, en az iki tarafın karşılıklı
olarak birbirine söz vermiş olması keyfiyetini ifade etmektedir. Ancak hukukta,
anlaşma kavramı gibi, sözleşme kavramına da genel anlamından çok daha farklı
bir muhteva yüklendiği görülmektedir. Nitekim hukuki bir kavram olarak
sözleşmenin, “belirli bir hukuki sonuç doğurmaya yönelik olarak iki tarafın
karşılıklı birbirine uygun irade beyanlarından oluşan hukuki bir muamele”
şeklinde tanımlandığı görülmektedir.[1] Sözleşme, bir borçlar hukuku kavramı
olmakla birlikte, soyut ve genel bir kavram olarak, borçlar hukukunun yanı sıra,
eşya hukuku, miras hukuku, şahıs ve aile hukuku gibi özel hukuk disiplinlerinin
yanı sıra idare hukuku gibi kamu hukuku alanına dâhil hukuk disiplinleri kapsamında da kullanılan bir terimdir. Mamafih, birçok hukuk sistemi sözleşmeyi
bir borçlar hukuku müessesesi olarak düzenlemiştir. Hukukumuzda da, Türk
Borçlar Kanunun (TBK) 1. ve devamı maddelerinde sözleşmenin tanımından
kurulmasına, şekline, muhtevasına ve çeşitlerine kadar sözleşme kavramıyla ilgili
muhtelif hususların ayrıntılı bir şekilde düzenlendiği görülmektedir.