Belçika'da İslam ve İslam'ın kurumsal temsili

View/ Open
Access
info:eu-repo/semantics/closedAccessDate
2021Kind
bookPartMetadata
Show full item recordAbstract
Kitap özeti: Yirminci yüzyılın ortalarından bu yana Avrupa ülkeleri, İslam ve Müslümanlarla tanışıyor olsa da, iki binli yıllarda yoğun bir şekilde İslam’ı tartışmaya başladılar. Bu tartışmanın gerisinde bir takım korku ve endişeler yatmaktadır. Bu korku ve endişeleri su yüzüne çıkaran olay, görünüşte 11 Eylül (2001) saldırıları olmuştur. Bu saldırıların akabinde Müslüman kişi ve kurumlara yönelik taşkınca eylemler yapılmıştır. Bu eylemleri, o günün konjonktürüne bağlı olarak değerlendirmek ve anlamak mümkündür. Fakat 11 Eylül daha derinlerde yatan bir şeyi uyarmış olmalı ki, konjonktür geçse de İslam karşıtlığı devam etmektedir. Geçen bu yirmi yıl zarfında İslam düşmanlığı yaparak siyaset yapan aşırı sağcı bir dalga ortaya çıktı ve halen siyasette varlığını devam ettirmektedir. Camilere yapılan saldırılar son bulmuş değildir. Avrupa’da doğmuş ve yetişmiş göçmen çocukları da ayrımcılık ve dışlanmadan nasibini almaktadır. Artık şunu net olarak kabul etmek gerekir: Avrupa’nın bir “İslam meselesi” bulunmaktadır. Bununla birlikte net olmayan bir şey, bu meselenin nasıl bir içeriğe sahip olduğu ya da olacağıdır. Bu konuda Avrupa’da düşünceler çatallaşmaktadır. Aşırı sağ kesimler İslam meselesinin Müslümanları Avrupa’dan silmek olduğunda karar kılmışken, siyasal yelpazenin daha ortalarda yer alan sağcı ve liberal partiler bir “Avrupa İslamı”ndan bahsetmektedirler. Bu ikinci kesime göre mesele İslam’ın ve Müslümanların ehlileştirilmesi meselesidir. Eğer Müslümanlar Avrupa toplumuna ve kültürüne uyum sağlar ve yeni bir İslam anlayışı üretebilirlerse sorun olmaktan çıkarlar. İşi daha karmaşık hale getiren bir başka nokta, nasıl daha İkinci Dünya Savaşı sona ermeden Nazi toplama kamplarında Yahudiler Tanrılarını yargılamaya kalkışmışlarsa, yeni kuşaktan bazı Müslümanlar, özellikle Avrupa’ya mülteci olarak gelen kişiler, İslam’ı sorgulamaya başlamışlardır. Bugün için bunlar çok küçük bir kesim olsa da, sözde “içerden” birileri olarak bir İslam meselesinden bahsediyorlar. İslam meselesi, bunlara göre dinin uyum sürecinde ayak bağı olmasından başka bir şey değildir. Müslümanlar Avrupa’da kabul gören bir kitle olmak istiyorlarsa kendilerine ayak bağı olan bu dinden kurtulmalıdırlar! Tüm bu olup bitenlerin göbeğinde İslam’ın temsil sorunu bulunmaktadır. İslam’ı kim temsil etmektedir? Müslümanları temsilen bir kurumsal yapı olmalı mıdır? Olacaksa böyle bir yapı nasıl oluşmalı ve görevi ne olmalıdır? Laik Avrupa’da bu kurum resmen tanınmalı mı? Yoksa bu iş Müslümanların meselesi olarak görülüp sivil alana mı bırakılmalıdır? İşte, tüm bu sorular Avrupa’da İslam’ın kurumsallaşma sürecinde sorulmakta ve cevapları aranmaktadır.